Matematikte Başarının Gerçek Sırrı: Kaynak Değil, Yöntem!

Herkes matematikte “hangi kaynakları kullanmalıyım?” diye soruyor. Özel dersler alıyor, özel okullara gidiyor. YouTube’daki “kaliteli” hocaların videolarını izliyor, onların notlarını veya soru bankalarını satın alıyor.

Ama asıl soru şu olmalı:
Matematik hangi kaynaktan çalışılır? değil,
Sorular nasıl çözülür, nasıl öğrenilir?


1. Herkes Aynı Kaynaklardan Çalışıyor

Varsayalım öğrencimiz kaliteli hocaların kitaplarını aldı ve yeterince zamanı var.
Peki, rakiplerinin de aynı kaynaklara sahip olduğunu düşünelim.

O zaman farkı ne belirleyecek?
Sınavlarda başarıyı sağlayan, kaç soru çözdüğünüz hangi kaynakları kullandığınız değil, soruyu nasıl öğrendiğinizdir ve hatırlayıp hatırlayamadığınızdır.

Bu yazıda size, 15 yıllık özel ders tecrübemden doğan bir yöntemi anlatmak istiyorum.
Tüm sırlarımı paylaşmayacağım elbette; ama bu kadarı bile sizi birçok kişinin önüne geçirecek. Üstelik sadece matematikte değil, diğer derslerde de işe yarayacak.


Soru Çözme Süreci: 4 Durum, 4 Strateji


1. Soruyu Doğru ve Mantıklı Çözdüysen

Neden:
Zaten soruyu doğru çözmüşsün ve çözüm yolu da mantıklıysa, beynin o kalıbı öğrenmiştir.

Ne yapmalı:
Hiçbir şey! O soru tamamdır.

Nasıl:
✅ O soruya bir daha dönmene gerek yok.
✅ Sadece ilerle, zamanını zorlandığın sorulara harca.


2. Soruyu Çözdün Ama Çözüm Mantığına Uymadı

Neden:
Birçok öğrenci “Zaten çözdüm.” deyip geçer.
Ama sınav sadece doğru cevabı değil, hızlı ve net düşünmeyi ölçer.
Bu nedenle “emin olmadığın” her soru aslında yarım öğrenilmiş demektir.

Ne yapmalı:
Çözüm videosunu mutlaka izle.
Kendi çözümünle karşılaştır.
Aradaki farkı bul.

Nasıl:

  1. Videoyu soruyu kapatarak izle.
  2. Çözüm adımlarını dikkatle anlamaya çalış.
  3. Videoyu kapat, soruya geri dön.
  4. Soruyu baştan sona kendi başına çöz.
  5. Eğer çözebiliyorsan → mükemmel.
  6. Eğer çözemezsen → 3. aşamadaki adımlara geç.

3. Soruyu Çözdün Ama Cevap Yanlış Çıktı

Neden:
Yanlış cevaplar, öğrenmenin en güçlü noktalarıdır.
Her yanlış, beynin “burada hata yaptım” diyerek kalıcı öğrenme fırsatı bulduğu andır.

Ne yapmalı:
Hemen çözüm videosuna koşma. Önce hatanın kaynağını kendin bulmaya çalış.

Nasıl:

  1. İşlem hatası olup olmadığını kontrol et.
    • Sondan başa doğru adımları incele.
  2. Bulamazsan, soruyu sil ve yeniden çöz.
  3. Hâlâ yapamıyorsan videoyu izle, ama:
    • Soruyu kapat.
    • Videoyu anlayarak izle, aynı anda çözmeye çalışma.
  4. Videoyu kapattıktan sonra, soruyu baştan çöz.
  5. Takıldığın kısmı not al ve sorunun numarasını fosforlu kalemle işaretle.
  6. Ertesi gün o soruyu tekrar çöz.
    • Eğer çözebilirsen → ✅ tik at ve geç.
    • Çözemezsen → videoyu bir kez daha izle, sonra öğretmenine sor.
    • Öğretmene sorulacak soruları farklı renkle işaretle.

4. Sorunun Nasıl Çözüleceğine Dair Hiçbir Fikriniz Yok

Neden:
Bu iki anlama gelebilir:

  1. Konuyu daha işlemedin → normal, endişelenme.
  2. Konuyu işledin ama soruyu yapamıyorsun → bu durumda eksik öğrenme var.

Unutma:

“Sınava kadar yapamadığın her soru senin için büyük bir nimettir.”

Ne yapmalı:
Bu tür sorular öğrenme fırsatıdır. Asla geçme!
Hemen 3. maddedeki sürece dön.

Nasıl:

  1. Soruyu kapat, çözüm videosunu dikkatle izle.
  2. Videoyu anlamaya çalış, çözmeye değil.
  3. Videoyu kapat ve soruyu baştan çöz.
  4. Takılırsan → hatırlayamadığın kısmı sil, tekrar dene.
  5. Ertesi gün soruyu yeniden çöz.
  6. Hâlâ yapamıyorsan → öğretmenine sor.

Sonuç: Artık Fark Yaratan Bir Yöntemi Biliyorsun

Artık yalnızca kaynaklarla değil, öğrenme tekniğinle fark yaratabilirsin.
Bu yöntemi uyguladığında:

  • Bilgilerin kalıcı olur,
  • Zamanı daha verimli kullanırsın,
  • Sınavda hız ve netlik kazanırsın.

Rakiplerin aynı kitaplardan çalışıyor olabilir…
Ama sen aynı şekilde düşünmüyorsun.

Mehmet: Fetihler Sultanı — Bir Eğitimcinin Gözünden

Araştırmalar gösteriyor ki bir bilgiye ne kadar çok maruz kalırsanız, o bilgiye inanma olasılığınız o kadar artar.


Chat GPT tarafından oluşturulmuştur.

Öncelikle şunu söylemek isterim: Mehmet: Fetihler Sultanı dizisi gerçekten etkileyici bir yapım. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Ancak bu, dizinin eleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Bir eğitimci olarak bu yazıda diziyi eğitimsel ve tarihsel perspektiften değerlendirmek istiyorum. Analizim dizinin ilk 23 bölümü ile 42. ve 43. bölümleri üzerine olacaktır.

YouTube’da bu dizi hakkında yapılmış birçok analiz mevcut. Bu analizlerin çoğu tarihçilerin bakış açısıyla yapılmış. Ancak bir eğitimcinin de bu tür yapımlar hakkında söyleyecek sözü olmalı.

Ne bir tarihçiyim ne de bir sinema eleştirmeniyim. Ben yalnızca araştırmayı ve sorgulamayı seven bir eğitimci-yazarım. Lütfen yazımı bu çerçevede değerlendiriniz.


Diziye Neden İhtiyaç Vardı?

Dizi, adından da anlaşılacağı üzere, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme sürecini konu alıyor. Bu konu, ilkokuldan üniversiteye kadar tarih derslerinde defalarca anlatılsa da, böyle bir dizinin yapılması elbette gerekliydi — hatta bu konuda geç kaldığımız bile söylenebilir.

Amerikalılar sinemanın eğitimin bir parçası olduğunu yıllar önce keşfettiler ve Hollywood aracılığıyla dünyaya kendi bakış açılarını empoze ettiler. Örneğin, Kızılderilileri vahşi hayvanlarla eşdeğer gösterdiler. Oysa günümüzdeki tarih çalışmaları, onların son derece saf ve barışçıl bir topluluk olduğunu ortaya koyuyor. Bu örnek bize sinemanın, kitle eğitiminin güçlü bir aracı olduğunu gösteriyor.

Nitekim, bir dönem ismini vermeyeceğim bir dizide Kanuni Sultan Süleyman, yalnızca haremde vakit geçiren bir sultan olarak gösterilmişti. Oysa tarihçilerin çoğu bu tasviri reddeder. Bu tür sahneler, izleyicinin tarihsel gerçeklikten uzaklaşmasına neden olur.


II. Mehmet Aciz Biri Miydi?

Dizinin İstanbul’un fethedildiği bölümünde Fatih Sultan Mehmet, Çandarlı Halil Paşa’nın yanında sinir krizi geçiriyor gibi gösteriliyor. Bu sahneyle ilgili iki olasılık var:

  1. Bu olay hiç yaşanmadıysa: O zaman Fatih Sultan Mehmet’e açıkça iftira atıyoruz.
  2. Bu olay gerçekten yaşandıysa: O hâlde kendilerini daima güçlü gösteren başka ülkelerin yapımlarından hiç mi ders almadık da, zaferin sahibi bir komutanı böylesine kırılgan bir hâlde sunmayı seçtik?

Gençlerin zihnine böyle bir Fatih portresi kazımak ne kadar doğru?


Çandarlı Halil Paşa Gerçekten Hain miydi?

Bu sorunun cevabını ararken İlber Ortaylı, Ahmet Şimşirgil, Erhan Afyoncu ve Talha Uğurluel gibi alanında öne çıkan dört tarihçinin görüşlerine başvurdum. Her birinin detaylı değerlendirmelerine burada yer vermeyeceğim, ancak isteyenler bana e-posta yoluyla ulaşırlarsa kaynakları paylaşabilirim.

Genel kanı şudur: Çandarlı Halil Paşa hain değildir. İstanbul’un fethi sürecinde çekimser kalmasının nedeni, o dönemde Osmanlı’nın Haçlı tehdidiyle baş edemeyeceğini düşünmesidir. Ayrıca II. Murad’ın yeniden tahta çağrılmasında etkili olmuştur. Bu durum, Fatih Sultan Mehmet ile arasındaki gerginliği artırmış ve sonunda görevden alınarak idam edilmiştir. Ancak dizide sürekli entrikacı ve menfaatçi bir karakter olarak gösterilmesi, tarihsel gerçeklerle örtüşmemektedir.

Tarihçilerin ifadelerine göre, eğer Çandarlı Halil Paşa hain olsaydı, İstanbul’un fethi mümkün olamazdı. Devletin padişahtan sonraki en yetkili isminin bir hain olması, o devletin kısa sürede yıkılmasına yol açardı. Dahası, hain olduğu düşünülseydi, oğlu asla vezir yapılmazdı.

Çandarlı Halil Paşa, devlete son derece sadıktı. O sadece, olası bir kuşatmanın tüm Hristiyan dünyasını Osmanlı’ya karşı birleştireceğinden ve devletin zarar göreceğinden endişe ediyordu. Bu görüşünde ısrar ettiği için idam edildi.


Entrika mı, Gerçeklik mi?

Tarihe ve millete hizmet etmiş bir vezirin sırf reyting uğruna iftiraya uğraması ne kadar doğru? Bu tür sahneler, halkın entrikaya olan ilgisini besliyor. Yoksa öğlen kuşağında yayınlanan, senaryosu büyük ölçüde kurgu olan “katil bulma” programları bu kadar izlenir miydi?

Elbette bu yönünü sosyologlar daha derinlemesine inceleyebilir. Ben bir eğitimci olarak, eğitsel açıdan değerlendirmemi sunmak istiyorum.


Eğitim Açısından Eleştiri

Hiçbir kıymetli şahsiyete iftira atmadan da bu dizi çekilemez miydi? Henüz tarihi yeni yeni öğrenen bir gencin, bu diziyi izledikten sonra ataları hakkında nasıl bir izlenim edineceğini hiç düşündünüz mü?

Bugün tarihi bile olmayan devletler bile çektikleri filmlerle olmayan tarihlerini yüceltirken, biz neden gerçek tarihimizin kahramanlarını itibarsızlaştırıyoruz?

Sultan II. Murad döneminde Haçlılara karşı kazanılan zaferlerde rol almış bir paşayı, yalnızca izleyiciyi heyecanlandırmak uğruna küçük düşürmek ne kadar doğru?


Sonuç Olarak

Mehmet: Fetihler Sultanı, genel olarak başarılı bir yapım. Ancak tarihi karakterleri işlerken daha dikkatli ve sorumlu olunmalı. Genç zihinler, bu diziler aracılığıyla tarih bilinci kazanıyor. Gerçeğe sadık kalınarak, entrikadan uzak, ilham verici yapımlar üretmek de mümkün.


Eğitimde Değişim Şart: Bilgi Yükünden Hayata Hazırlığa



Üniversite sınav sistemimiz gerçekten amacına hizmet ediyor mu? Bu soruyu sormamızın zamanı geldi de geçiyor bile. Bugün üniversite sınavlarında neyi ölçtüğümüzü, bu ölçümün eğitim amacına hizmet edip etmediğini sorgulamalıyız.

Bilgi Temelli Eğitim: Geçmişte Kaldı

2018’den önceki sınav sistemine baktığımızda, çoğunlukla öğrencilerden bilgiyi ezberlemeleri istendi. Yeni nesil soruların eklenmesiyle bazı değişiklikler oldu, ancak hala temel sorun yerinde duruyor: Öğrencilerin bilgiyi taşıması isteniyor, analiz etmesi değil.

Eğitimin temel amaçlarından biri, öğrencileri geleceğe hazırlamaktır. Ancak bir öğrencinin hayvan hücresiyle bitki hücresi arasındaki farkı bilmesi, gelecekte ne kadar etkili olacak? Bu bilgiye saniyeler içinde ulaşılabilen yapay zeka çağında, öğrencilerimizi hala geçmişin yükleriyle eğitiyoruz.

Geleceğin Gereksinimleri: Analiz ve Ahlak Odaklı Eğitim

Bizim ihtiyacımız olan, analiz yapabilen, çözüm üreten ve ahlaki değerlere sahip bireylerdir.

  • Trigonometri formüllerini ezberleyen, ancak devlet kadrosunda kritik bir karar verirken “formül nerede?” diye düşünen bireyler yetiştirmek yerine,
  • Sorunları analiz eden ve çözüm odaklı düşünebilen gençler yetiştirmeliyiz.

Sanayileşmenin ve yapay gıdaların hayatımızın her alanında olduğu bir dönemde, öğrencilerimizi çağın gereksinimleriyle eğitmeliyiz. Örneğin, marketlerden aldığımız gıdaların üzerindeki kodların anlamlarını bilmek, bir bireyin hem sağlığını koruması hem de bilinçli bir tüketici olması açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda, öğrencilerimize katkı maddeleri ve bu maddelerin etkileri hakkında bilgi verilebilir.

E621 (Monosodyum Glutamat) bu konuda dikkat çekici bir örnek olabilir:

  • Nedir?
    E621, yaygın olarak kullanılan bir lezzet artırıcıdır. Gıdalara eklendiğinde tatlarını daha çekici hale getirir ve genellikle işlenmiş yiyeceklerde, hazır çorbalarda, cipslerde ve dondurulmuş gıdalarda bulunur.
  • Zararlı Etkileri:
    Monosodyum glutamat, bazı kişilerde şu gibi yan etkilere neden olabilir:
    • Baş ağrısı ve migren atağı
    • Mide bulantısı ve hazımsızlık
    • Alerjik reaksiyonlar ve cilt döküntüleri
    • Yüksek tansiyon ve kalp çarpıntısı
  • Neden Öğretilmeli?
    Bu tür katkı maddeleri, modern çağın getirdiği gıda alışkanlıklarının bir parçasıdır. Ancak, bu maddelerin sağlığa olası etkilerini anlamak ve buna göre bilinçli tercihler yapmak bir bireyin yaşam kalitesini doğrudan etkiler. Öğrenciler, yalnızca bu katkı maddelerinden kaçınmakla kalmayacak, aynı zamanda ailelerine ve çevrelerine de doğru bilgi aktararak toplumsal farkındalık yaratabileceklerdir.


Hayata Dokunan Bir Eğitim Sistemi

Eğitim sistemimizdeki gereksiz bilgilerden arınarak, öğrencileri gerçek hayata hazırlamalıyız.

  • Liseyi bitiren bir öğrenci:
    • Bir devlet dairesine dilekçe yazabilmeli.
    • E-ticaret hakkında temel bilgilere sahip olmalı.
    • Bilinçli bir tüketici olarak kendini koruyabilmeli.

Ahlak ve Tarih Eğitimi: Doğru Şekilde Verilmeli

Ahlak eğitimi, sistemimizin en önemli unsurlarından biri olmalı. Ancak ahlak eğitimi, sadece sınavlarla ölçülemez; davranışa dönüşmesi gerekir.

  • Tarih eğitimi de aynı şekilde, geleceği anlamak ve geçmişten ders almak için verilmelidir. Ancak, bir padişahın kullandığı atın rengi gibi gereksiz bilgilerle zaman kaybetmek yerine, tarihin derinliklerini anlamaya odaklanmalıyız.

Sonuç: 1980’lerden 2071’e Bir Eğitim Vizyonu

Şu anki eğitim sistemimiz, bilgi yığını altında ezilen bir nesil yetiştiriyor. Ancak çağımızın gereklilikleri farklı. Geleceğe hazırlık için yeni bir eğitim sistemine ihtiyacımız var.

  • İçerik zenginliği,
  • Analiz ve uygulama becerileri,
  • Ahlak ve sosyal bilinç kazandıran bir sistemle öğrencilerimizi yetiştirmeliyiz.

Bir sonraki blog yazılarımda, yeni bir üniversiteye geçiş sistemi önerisi sunmayı planlıyorum. Eğitim sistemimizde gerçek değişimi başlatmanın tam zamanı!


Lise Eğitimi: Bilgi Yığını mı, Gerçek Hayata Hazırlık mı?



Sanayi devrimiyle birlikte dünyada üreten ülkelere ihtiyaç duyulan işçi profili, bilgiyi bilen ama sorgulamadan itaat eden bireylerdi. İşçilerin çalışacağı alanlar belirsiz olduğundan, lise eğitimi her alandan bilgi vermeyi hedefliyordu: matematik, biyoloji, fizik, kimya… Bu dönemde internetin ve bilgisayarların olmadığı, tek bilgi kaynağının kitaplar ve öğretmenler olduğu düşünüldüğünde, bilgi yüklemek bir zorunluluk olarak görülüyordu.

Ancak zaman değişti. Bugün, bilgiye ulaşmak hiç olmadığı kadar kolay. Bilgi yüklü müfredatlara hâlâ ihtiyacımız var mı? İşte bu soruya dikkatlice bakmamız gerekiyor.

Gereksiz Bilgi Yığını ve Ezberci Eğitim

Müfredatların sadeleştiğini iddia edenler var, ancak ben bunun tam aksini düşünüyorum. Hâlâ lise eğitimi, öğrencinin hafızasını gereksiz bilgilerle dolduruyor.

  • Hücre bölünmesinde kaç ATP harcandığını ezberleyen,
  • Ağrı Dağı’nın yüksekliğini bilen, fakat hayatında bir kez bile o dağı görmeyen öğrenciler yetiştiriyoruz.

Bu tür bir eğitimle, öğrenciler bilgiyi anlamaktan çok onu taşıyan birer “hafıza hamalı”na dönüşüyor. Bilgi yığınlarının altında eziliyorlar ve hayatla bağları kopuk kalıyor.

Bilgiyi Keşfeden ve Analiz Eden Öğrenciler Yetiştirmeliyiz

Eğitim sistemimiz, öğrencilerin bilgiyi ezberlemesi yerine onu keşfetmesini sağlamalı. Sınavlar bilgi temelli olmaktan çıkarılmalı. Formülleri ezberleyen ama onları neden kullanacağını bilmeyen, hayatında bir bitki hücresini görmeden klorofilin ne işe yaradığını bilen öğrenciler yerine, analitik düşünen ve çözüm üreten bireyler yetiştirmeliyiz.

Örneğin:

  • Bilgiyi analiz eden, yorumlayan ve sentezleyen bireyler yetiştirilmeli.
  • Seçtiği meslekte uzmanlaşan ve bu bilgiyi hayata uygulayan gençler hedeflenmeli.

Ahlak Eğitimi: Çoktan Seçmeli Sorularla Olmaz

Liselerde “Ahlak” dersi var, ancak bu dersin sınavları çoktan seçmeli sorularla yapılıyor. Öğrenci, sınıfta “doğru davranış nedir?” sorusunu cevaplayabiliyor, ancak aynı öğrenci:

  • Öğretmenine saygısızlık yapıyor,
  • Arkadaşlarını dolandırıyor,
  • Okulun tuvaletlerini kirletiyor.

Ahlak, sadece bilgiyle öğrenilecek bir kavram değildir. Ahlak yaşanır, örneklenir ve hayata yansıtılır. Eğitim sistemimizin ahlaki değerleri sadece öğreten değil, aynı zamanda davranış haline getiren bir yapıya kavuşturulması gerekiyor. Bugün, ahlak sınavından “100” alan ama menfaatleri uğruna her türlü yanlış işi yapan bireyler yetiştiriyoruz. İşte bu noktada eğitim sistemimizde köklü bir değişime ihtiyaç var.

Geleceğe Yönelik Eğitim Vizyonu

Bir toplum eğitimle ayağa kalkar. Eğer gerçekten güçlü ve örnek bir ülke olmak istiyorsak:

  1. Eğitim sistemimizi bilgi ezberletmekten çıkarmalıyız.
  2. Analitik düşünebilen, sorgulayan, çözüm üreten bireyler yetiştirmeliyiz.
  3. Türk gelenek ve göreneklerini benimsemiş, ahlaklı, saygılı ve sorumluluk sahibi nesiller yetiştirmek zorundayız.
  4. Meslek odaklı profesyonelleşmeyi desteklemeli, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre gelişmelerine olanak tanımalıyız.

Sonuç: Geçmişten Geleceğe Eğitim Sistemi

1960’lı yılların zihniyetinden çıkmalı ve 2071’i hedeflemeliyiz. Türkiye olarak, bu topraklardaki bininci yılımızı kutlarken dünyaya örnek bir eğitim sistemine sahip olmalıyız. Gelecek nesillerimizi bilgi yığınları altında ezilen bireyler değil, bilgiyi kullanarak topluma değer katan, ahlaklı ve donanımlı bireyler olarak yetiştirmek bizim en büyük sorumluluğumuzdur.


Sosyal Medya ve Ahlak: Türk Aile Yapısına Etkileri



Günümüzde sosyal medya, hayatımızın tam merkezinde yer alıyor. Bu platformlar, hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra, ahlaki değerlerimizi ve toplum dinamiklerini de derinden etkiliyor. Özellikle Türk aile yapısında, sosyal medyanın yarattığı değişimler yadsınamaz bir hale geldi.

Sosyal medyada, sürekli zengin görünmek isteyen, bunun için borçlara girip mutsuz ve sahte hayatlar yaşayan insanlara tanık oluyoruz. Bu durum, bireyleri borç altında ezmekle kalmıyor; onları, bir yalanın içinde yaşamaya mahkûm ediyor. Fotoğraf çekilirken mutlu bir aile tablosu çizen, ancak o pozun hemen ardından eşine hakaret eden çiftler ne yazık ki çok fazla.

Özellikle dikkatimi çeken bir diğer durum ise sahte mutluluk gösterileri. Kendi kendilerine çiçek ya da hediye gönderip bunu başkalarından gelmiş gibi paylaşan insanlar var. Bu durum sadece bireysel bir sorun değil; aynı zamanda bir toplum sorunudur. Çünkü bu kişiler, çocuklarımızı yetiştiren öğretmenler, doktorlar ve geleceğimizin mimarları olabilir. Ya da onların yetiştirdiği çocuklar, bizim özenle büyüttüğümüz çocuklarımızın arkadaşları olacak. Dolayısıyla, “Kendi hayatları, ne yaparlarsa yapsınlar,” diyerek geçemeyiz.


Kıskançlık ve Memnuniyetsizlik: Sosyal Medyanın Yıkıcı Etkisi

Kıskançlık, insanlık tarihi kadar eski bir duygudur. Ancak sosyal medya ile bu duygu zirve yapmıştır. Sahte mutluluklar, şatafatlı hayatlar ve sürekli gezen, gülen insanlar… Bu görüntüler, bireyleri başkalarıyla kıyaslama tuzağına düşürüyor.

Bu konudaki fikirlerimi destekleyen bilimsel araştırmalar da mevcut. Büyükmumcu ve Ceyhan’ın (2019) çalışmasında, sosyal medyada geçirilen sürenin, bireylerin kendilerini daha fazla başkalarıyla karşılaştırmasına ve bunun sonucunda kıskançlık duygularının tetiklenmesine yol açtığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde, Bayköse ve Esin, sosyal medyada görülen içeriklerin bireylerde beden memnuniyetsizliğini ve kıskançlığı artırabileceğini ortaya koymuştur.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz:
Ne kadar çok sahte hayatlara maruz kalırsak, kıskançlık ve memnuniyetsizlik duyguları hayatımıza o kadar fazla girmektedir.


Çözüm Önerileri:

Peki bu durumdan nasıl kurtulabiliriz? İşte birkaç öneri:

  1. Sosyal medyada geçirilen zamanı azaltmak: Eğer bu tamamen mümkün değilse, telefonunuzda zaman kısıtlamaları ayarlayarak sosyal medya kullanımını kontrol altına alın.
  2. Gerçekliği fark etmek: Sosyal medyada gördüğünüz mükemmel hayatların büyük çoğunluğunun sahte olduğunu unutmayın. Bu paylaşımlar sadece anlık mutlulukların veya illüzyonların ürünüdür.
  3. Kendiniz için yaşayın: Her anınızı sosyal medyada paylaşmak zorunda değilsiniz. Yediğiniz yemekler, gezdiğiniz yerler ya da yaptığınız işler sadece sizin mutluluğunuz için var olmalı, başkalarının beğenisi için değil.

Sonuç:

Sosyal medya hayatımızı ele geçirmeden önce farkında olmalı, kıskançlık ve memnuniyetsizlik duygularını kontrol altına almalıyız. Türk aile yapısının temelini korumak ve ahlaki değerlerimizi muhafaza etmek için bilinçli bir birey olmalı, çocuklarımızı da bu bilinçle yetiştirmeliyiz. Teknolojiyi doğru kullanarak, hayatımızı daha sağlıklı ve huzurlu hale getirebiliriz.

Eğitimde Geçmişten Geleceğe Teknoloji ile Yolculuk


Bu benim ilk blog yazım ve burada eğitimci kimliğimle yılların birikimini sizlerle paylaşmayı amaçlıyorum. Teknolojinin eğitim üzerindeki etkilerini değerlendirmek, bu yazının ana teması olacak.

1950’li yıllarda, ilk hesap makineleri piyasaya çıktığında matematik öğretmenleri bu yeni teknolojiyi protesto etmişlerdi. Hesap makinesinin, matematik eğitiminin sonunu getireceğini ve öğrenciler tarafından asla kullanılmaması gerektiğini savundular. Öğrencilerin hesap yapma becerilerinin zayıflayacağına dair endişe duyuyorlardı ve haklıydılar. Ancak her teknolojinin hem kazandırdığı hem de kaybettirdiği şeyler olduğunu unutmamalıyız.

Hesap makinesi işlem hızımızı artırdı, ama aynı zamanda öğrencilerin çarpım tablosunu ezberleme alışkanlıklarını da büyük ölçüde azalttı. Peki, bunun başka bir örneğini kendi hayatımızdan verebilir miyiz? Elbette. Örneğin, telefonlar… Bir zamanlar hemen hemen tüm akrabalarımızın telefon numaralarını ezbere bilirken, bugün kimsenin numarasını ezberlemek zorunda değiliz. Artık bu işi, binlerce numarayı depolayabilen akıllı cihazlarımız yapıyor.

Buradan şu sonuca varabiliriz: Teknoloji, bize sunduğu kolaylıkların yanında bazı becerilerimizi de elimizden alıyor. İşte bu yüzden diyorum ki:
“Her teknoloji bize bir şeyler sunarken, bizden de bir şeyler götürür.”

Yapay Zekâ: Geleceği Şekillendiren Güç

Bugün yapay zekâ, hayatımızın neredeyse her alanında devrim yaratıyor. Ancak şu soruyu sormamız gerekiyor: Yapay zekâ bize birçok şey sunarken bizden ne götürecek?

Z kuşağı, internet ve sosyal medyanın içinde doğdu. Günümüzde doğan çocuklar ise yapay zekâ ile iç içe bir dünyaya gözlerini açıyor. Gelecekte bu çocuklar, okula başladıklarında robot öğretmenlerle ders işleyecek, tüm eğitim materyalleri yapay zekâ destekli olacak ve her şey birbiriyle bağlantılı şekilde çalışacak.

Peki, biz eğitimciler, ebeveynler ve eğitim sistemimiz bu geleceğe hazır mıyız?
Dürüst olmak gerekirse, henüz hazır değiliz ve her geçen gün bu treni kaçırıyoruz.

Geleceği Tasarlamak

Şimdi, geleceğin yeniden şekillendiği bu dönemde aklımızı kullanarak harekete geçme zamanı.

Sosyal medyada kaybettiğimiz nesillerden ders alarak, yapay zekânın içinde doğan yeni nesli korumalı ve yönlendirmeliyiz. Bunun için:

  • Kurallar belirlemeli ve sınırlar çizmeliyiz.
  • Aileleri bilinçlendirmeliyiz.
  • Çocuklarımızın teknolojiyi etik ve faydalı bir şekilde kullanmalarını sağlamalıyız.

Hedefimiz, Türk gelenek ve göreneklerine uygun, çağın bilgi ve birikimlerinin üstünde, tam donanımlı bir nesil yetiştirmek olmalıdır.